Tıp fakültelerinde her türlü dersi en ince ayrıntısına kadar okuruz. Gel gör ki profesyonel hayata atılıp da hasta ile iletişime geçtiğimiz daha ilk gün çalışmadığımız köşeden yeriz golü: Hastam ne yesin, ne içsin doktor bey/hanım? Hangimiz bu soruya gerektiği kadar profesyonel alt yapı ile cevap verebildi? İşte bu konuda endişem var. Buna ek olarak hala bunun gereksiz bir ayrıntı olduğunu düşünüyorsanız empati yeteneğinizi sorgulamanızı önermek isterim. Tam de bu nedenle, bu açık konusunda bir iki kelam etmenin yararlı olduğu kanısındayım.
Bu konuda bilgileri farklı zamanlarda sizinle paylaşacağım ama bu seferlik kendimizden başlayalım ve nöbetlerde tüketmeyi çok sevdiğimiz kahveden başlayalım diye düşündüm. Kahveyi ne kadar tanıyoruz? Kahve tıbbi olarak üzerinde çok araştırma yapılmış bir içecek ve konu hakkında bilgi derinliği de oldukça şaşırtıcı. Yararları da sizi şaşırtacak kadar fazla. Kilo kontrolü ile başlamak gerekirse, kahve kilo vermek amacı ile yapılan diyetlerde tercih edilebilecek bir içecek zira bir fincan kahvenin verdiği enerji 2kalori kadar. Elbette burada sade kahveden bahsediyoruz. Eğer kahveye süt veya krema eklerseniz 160-200 kalori civarında bir enerji almış olursunuz. Buna çikolata veya karamel eklerseniz 630 kaloriye kadar çıkmakta. Bu nedenle dikkat diyoruz.
Kahvenin karaciğer sirozunu önleyebileceği de bulgular arasında. Bunun da ötesinde kanseri önlemede etkin olabileceği öngörülüyor. Bu etkisini içerdiği antioksidanlara borçlu olduğu ifade edilmekte. Bu nedenle kafeini çıkartılmış olan kahvede de benzer bir sonuç olduğu görülmekte. NEJM’da 400.000’ne yakın kişi üzerinde yapılmış bir çalışmada dekaf kahvenin mortaliteyi ve diğer sistem hastalıklarını önlemede en az kafeinli kahve kadar etkin olduğu görülmekte. Bu çalışmanın sonuçlarına göre her iki kahve türü de diyabeti, Parkinson Hastalığı’nı, inflamatuar hastalıkları, solunum hastalıklarını ve enfeksiyonlarını önlemede oldukça etkin. Dekaf kahvenin bu araştırmada yetersiz olduğu tek alan kazaları önlemek gibi görülüyor. Bu da beklenen bir sonuç aslında zira kafeinin uyarıcı etkisi olduğunu zaten biliyoruz. Bu çalışmanın en çarpıcı bölümü toplam mortaliteyi önlemede kahvenin oldukça etkin görünmesi. Tabii ki bu çalışma anket ile yapılmış bir çalışma olduğu için eleştiriye açık yönleri var ancak bir fikir vermesi açısından değerli olduğu kanısındayım.
Bu çalışmada kahve içenlerin daha fazla alkol ve sigara kullandığı, kırmızı eti daha fazla tükettiği ve daha az spor yaptığı görülmekte. Yani bu grubun sağlıklı yaşam kriterlerine çok da uyum göstermediği görülmekte. Ancak bu grupta mortalitenin daha düşük olması ve sistem hastalıklarının daha az olması, kahvenin antioksidan özelliklerine atfedilebilir.
Kahve tüketiminde endişe duyulan bir diğer konu kahve tüketilmesi halinde dehidratasyon riskinin varlığıdır. Uzun yıllardan bu yana kahve içildiği takdirde sıvı kaybını arttıracağı, vereceği sıvıdan daha fazla sıvı kaybına neden olacağına inanıldı. Ancak bununla ilgili net veri bulmakta zorlanıyoruz. Sağlıklı yaşam kurallarından biri günde 8 bardak kadar su tüketmek. Bunu sağladığımız takdirde dehidratasyon riski yok gibi görünmekte.
Günde 2-4 bardak kahve içmenin yararlı olduğunu görüyoruz, ama miktarın arttığı takdirde kahvenin zararlı etkileri de söz konusu. Bu durumda etkilene organlar arasında göz bulunuyor. Günde iki fincandan fazla kahve tüketenlerde glokom riskini daha yüksek olduğu ifade edilmekte. Glokom’un genetik aktarım özelliğinin yüksek olduğu göz önünde tutulursa, özellikle ailesinde glokom hastası olanların bu konuda daha dikkatli olması gerekiyor. Özellikle kadınlarda bu risk daha yüksek görünmekte.
Kahvenin beyin fonksiyonları üzerinde uyarıcı ve olumlu etkileri olduğu öteden beri bilinmekte. Dolayısıyla unutmadan, kahvenin Alzheimer Hastalığı’nı önlemede de etkin olduğunu bu yazıya eklemek gerek! Sağlıklı günler dilerim.